31 Ocak 2008

soğuk yenilen yemek


intikamdır o dediler. kısmen haklı olsalar da büyük oranda yanıldılar.
soğuk yenilen yemek yazıdır. ne de olsa yeterince ürpermemiş kelimeler henüz ayakta durmayı öğrenmemiş olanlardır.
dünyanın öbür ucundan bir adam "gerekliliklerden doğanlar, zorunlu olanlar değil rastlantısal olanlar önemlidir" demiş. ve eklemiş; "acınacak olan, tesadüfleri göremeyecek duruma gelenlerdir." bir de demiş ki "başınıza gelenin değerini içindeki tesadüfler belirler." bir kaç günümü yazdıklarıyla geçirmeme yetecek kadar iyi bir saptama.
şu istanbul'a kar yağarken, ofis kahvesi eşliğinde seyirci kalan, plastik romantiklerin aksine sokaklardaydım.
zor şartlarda çalışan bir kadınla karşılaştım. yüzü soluktu. nurunu kaybetmiş olmanın solukluğu değil de, sürekli katlanmak zorunda olmanın solukluğu.
kocası ressammış. tuvallere sığamadığı için duvarlara resim yaparmış. duvarların sahipleri hep köylerinin manzarlarını istermiş bu adamadan.
çoban, koyun, yeşillik ve bacasından dumanlar tutan kerpiç evler. tanrı'm!
"en çok da bu duruma deli oluyor. sürekli köy çizmeye." dedi kadın.
"ancak onu düzenli bir işte çalışırken hayal bile edemiyorum. hayat zaten çok kısa olduğuna göre herkes istediğini yapmalı. karnımız doyduktan sonra, teferrüat."
"ben de asgari giderlerimizi karşılamak için yapıyorum bu işi. en azından birimiz mutlu olmalı, değil mi?"
ona rastgeldiğime sevindim. fazlasıyla makul, makulluğuyla mutlu gerçek bir kadın tanıdım. bütün gün soğukla kavga ettiğime değdi. mutlulukla ilgili verdiği ders yeni dünyaya uymuyor, kabul. peki yeni dünyanın bize uyduğunu kim söyledi?
her neyse.aslında bir süre yok olacağımı söyleyemeye çalışıyordum. hani şu toplamaya çalıştığım kelimelerin ürpermesi için.
"yemekler soğuyana kadar kafanıza geçirdiğiniz prezarvatiflerden kurtulun, böylelikle tesadüfleri görmeniz kolaylaşır, daha çok zevk alırsınız" diyecektim bir de.

frontpage hit counter

gibi



frontpage hit counter

süreç önemliydi



frontpage hit counter

pırıltı



frontpage hit counter

spin



frontpage hit counter

kusursuz



frontpage hit counter

closer



frontpage hit counter

terapi bitti



frontpage hit counter

17 Ocak 2008

derin acılar dilsizdir



frontpage hit counter
kulağa hoş geliyor, insanı yakalıyor; slogan gibi.

“derin acılar dilsizdir.”

derinlik delisi

nasıl, yakışıklı oldu mu?

insan kendi hikâyesinin en önemlisi olduğuna inanmak gibi bir sakatlıkla doğmuş ne yazık.

daha da kötüsü yarattığı kurgulara tüm samimiyetiyle (ama anlık samimiyet diye bir şey de var) inanabilmek ve bununla başkalarını da zehirlemek gibi zayıflıkları var. zehir yayıldıkça “a perfect circle” a ulaşıyoruz, ulaştıkça nirvanaya yaklaşmakla beraber genelde varamadan çakılıyoruz yere. güm!

mesela dünyadan olanı tanrısallaştırma hatasına düştüğünü anlamak, melek filan değil de aslında en basitinden bir insancık olduğunu fark etmek tırnaklarının çekilmesinden pek farklı değil.

serde bu tırnak acısıyla dövünmek, herkesin önünde organlarını parçalayıp histeri krizlerine girmek var. ama başka şeyler de var. açıklamaya çalışalım;

eski bir dost “bu dünyada ne yaparsan yap, dönüp dolaşıp aynı menüleri yersin” derdi.
bir başkası da “kendini sürekli aynı durumda cebelleşirken buluyorsan, orada alamadığın bir ders vardır, git ve al” derdi. haklıydılar. büyük cümlelerimiz, büyük filmlerimiz, büyük oyunlarımız var hepimizin.

sorun şurada ki bunların hepsi de boyumuzdan büyük. ama, hadi itiraf edelim aslında o kadar da büyük değiller. büyüten biziz, sürekli aynı menüye fit olan, oradaki kahrolası dersi bir türlü alamayan biz son çare olarak ölü taklidi yapmayı seçiyor, son çare de tükendikten sonra metafor manyağı oluyoruz.

lakin bunlar da kesmeyince acının öznesine şuursuzca saldırıp acının zaten göreli olan derinliğini zedeliyor, çirkinleşiyoruz. susmayı bilmeye ihtiyaç duyduğumuz yer tam da burası.

bir de gitmeyi bilmek var. basit bir insancık olarak kaldıramadığın bir filmin içinde bulunca kendini, ayağına taş bağlayıp kendinin içine atlamak, bulaşık olmadan temiz temiz silinmeyi bilmek.

bkz: fade out

gitmesini bilmek herkes için en iyisi aslında.

tam da bu sıralarda dilsiz kalması gereken bir acıyı yutkunuyorken, onu çirkinleştirmemek ve iyi bir film olarak hatırlamak için elimden geleni yapıyorum. bu bahse dair her türlü cümleyi susarak, nikotin bandının orospuluğuna (sözünü tutmadı) bile öfkelenmeden kendi içimde taklalar atıp yere çakılıyorum.

ama bağırmıyorum, asla. çünkü iç kanamanın da güzel bir tarafı var.

eski zamanlarda filmim anlaşılmadığında kahrolurdum. şimdi, gerçekten iyi bir dalış için yalnız olmam gerektiğini biliyorum. boğulurken biri elimi tuttuğunu söylüyorsa aslında yeterince derinde olmadığımı biliyorum.

sığ sulardaki balıkların samimiyetini sorgulamak değil mesele; sizinle daha derinlere geleceklerini umarak, sığ sulara ait kurgu filmlerde kaybolmak da asla hata değil. çünkü “hiç kimse suçlu değil aslında”

hata gitmesini bilememek, yolculuğa devam edememek, anlatılamayan imkânsızlıkların bile bir gün mümkün olabileceğini görememekte.

yutkunmak gibi bir yetiniz varsa kullanın diyorum özetle, hem kimse bir hiçbir şey anlamıyor hem de acınızın bir anlamı oluyor.

şimdi siz bu dağınık yazıyı print edip nazik poponuzu silerken unutmayınız ki kuzum,

“derin acılara sonsuz ıssızlıklar yakışır”

bu nedenle suratıma çıkartılan her kroşe için dünyaya tek bir cevabım var:

“…..”