27 Nisan 2008

ilaç-sız


iyi olmayanlara selam olsun.

kendi hastalığını yaratmak kendi ilacını yaratmaktan daha kolay.

ilaçlar ilaçlar ilaçlar.
midemdeki yılanlar.

af dilenmeye yüzüm, aşk dilenmeye mecalim, düşünmeye halim. yok.

üstümüzdeki ölü toprağından sıyrılacağımız günü beklemek aptalca gelmeye başladı.

hayatla ölüm arasındaki ince çizginin üstünde duran, bir ayağı burada bir ayağı orada; yarattığı anlamların içinde kaybolan, fazlasıyla basit olan hayatı sevemeyecek kadar zeki, ona dayanamayacak kadar duyarlı birileri var şu hayatta.

bir gün gittikleri yerden “gittim ben, iyiyim” diye kartpostal gönderseler bile, yokluklarının yerine bıraktıkları belirsizlikle avunamam.

bir yerlerde, “derinliği gitti, deliliği baki olsun” demiştim.

yoo yoo yoo derinliği gitmedi, gidemiyor. derinliği hemen şurada, midemin içinde. asit dolu plastik kapta kıvranıp duran solucan çaresizliği var midemde. hem yanıyor, hem bulanıyor.

ah! bunların hepsi de düşününce oluyor. düşünüyorum, o halde yok oluyorum.

iç sesim yükseldiğinde, sular da yükseliyor.

değişen şu ki, artık olan bitenden dünyayı sorumlu tutmuyorum. belki de hiçbir şey onun kadar masum ve tutarlı değil. o, dakika bile sektirmeden yapıyor günlük işlerini. her gün aynı zamanda tam bir tur dönmüş oluyor mesela. benim dakikam dakikama uymuyor.

dünya olduğu gibi, olduğu yerde dönerken benim de başım dönüyor. sanki her gün farklı yöne.

o halde onun suçu yok. bela, dünyayı bulanık gösteren gözlüklerimde. yeni bir gözlükçü arıyorum bugünlerde.


frontpage hit counter