17 Ocak 2008

derin acılar dilsizdir



frontpage hit counter
kulağa hoş geliyor, insanı yakalıyor; slogan gibi.

“derin acılar dilsizdir.”

derinlik delisi

nasıl, yakışıklı oldu mu?

insan kendi hikâyesinin en önemlisi olduğuna inanmak gibi bir sakatlıkla doğmuş ne yazık.

daha da kötüsü yarattığı kurgulara tüm samimiyetiyle (ama anlık samimiyet diye bir şey de var) inanabilmek ve bununla başkalarını da zehirlemek gibi zayıflıkları var. zehir yayıldıkça “a perfect circle” a ulaşıyoruz, ulaştıkça nirvanaya yaklaşmakla beraber genelde varamadan çakılıyoruz yere. güm!

mesela dünyadan olanı tanrısallaştırma hatasına düştüğünü anlamak, melek filan değil de aslında en basitinden bir insancık olduğunu fark etmek tırnaklarının çekilmesinden pek farklı değil.

serde bu tırnak acısıyla dövünmek, herkesin önünde organlarını parçalayıp histeri krizlerine girmek var. ama başka şeyler de var. açıklamaya çalışalım;

eski bir dost “bu dünyada ne yaparsan yap, dönüp dolaşıp aynı menüleri yersin” derdi.
bir başkası da “kendini sürekli aynı durumda cebelleşirken buluyorsan, orada alamadığın bir ders vardır, git ve al” derdi. haklıydılar. büyük cümlelerimiz, büyük filmlerimiz, büyük oyunlarımız var hepimizin.

sorun şurada ki bunların hepsi de boyumuzdan büyük. ama, hadi itiraf edelim aslında o kadar da büyük değiller. büyüten biziz, sürekli aynı menüye fit olan, oradaki kahrolası dersi bir türlü alamayan biz son çare olarak ölü taklidi yapmayı seçiyor, son çare de tükendikten sonra metafor manyağı oluyoruz.

lakin bunlar da kesmeyince acının öznesine şuursuzca saldırıp acının zaten göreli olan derinliğini zedeliyor, çirkinleşiyoruz. susmayı bilmeye ihtiyaç duyduğumuz yer tam da burası.

bir de gitmeyi bilmek var. basit bir insancık olarak kaldıramadığın bir filmin içinde bulunca kendini, ayağına taş bağlayıp kendinin içine atlamak, bulaşık olmadan temiz temiz silinmeyi bilmek.

bkz: fade out

gitmesini bilmek herkes için en iyisi aslında.

tam da bu sıralarda dilsiz kalması gereken bir acıyı yutkunuyorken, onu çirkinleştirmemek ve iyi bir film olarak hatırlamak için elimden geleni yapıyorum. bu bahse dair her türlü cümleyi susarak, nikotin bandının orospuluğuna (sözünü tutmadı) bile öfkelenmeden kendi içimde taklalar atıp yere çakılıyorum.

ama bağırmıyorum, asla. çünkü iç kanamanın da güzel bir tarafı var.

eski zamanlarda filmim anlaşılmadığında kahrolurdum. şimdi, gerçekten iyi bir dalış için yalnız olmam gerektiğini biliyorum. boğulurken biri elimi tuttuğunu söylüyorsa aslında yeterince derinde olmadığımı biliyorum.

sığ sulardaki balıkların samimiyetini sorgulamak değil mesele; sizinle daha derinlere geleceklerini umarak, sığ sulara ait kurgu filmlerde kaybolmak da asla hata değil. çünkü “hiç kimse suçlu değil aslında”

hata gitmesini bilememek, yolculuğa devam edememek, anlatılamayan imkânsızlıkların bile bir gün mümkün olabileceğini görememekte.

yutkunmak gibi bir yetiniz varsa kullanın diyorum özetle, hem kimse bir hiçbir şey anlamıyor hem de acınızın bir anlamı oluyor.

şimdi siz bu dağınık yazıyı print edip nazik poponuzu silerken unutmayınız ki kuzum,

“derin acılara sonsuz ıssızlıklar yakışır”

bu nedenle suratıma çıkartılan her kroşe için dünyaya tek bir cevabım var:

“…..”

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Sınırlarda oynamanın tehlikeli sularından sırılsıklam çıkıp,üstündekilerin durduğun yerde kurumasını beklemek, kimseyi tanrısal kılmaz.
"Derin acılar dilsizdir" Ve tam da bu yüzden derindesindir işte. Yola devam ettiğinde, sustuğunda kifayetsizliğine senin bile elin yetişememiştir ki anlatamassın.Derinden gelir soluksuz kalışın,içine doğru her dalışında...
Yücelttiğimiz Tanrı da bizi yerçekimine doğru bırakmadı mı?DÜŞtük...Nedenini hala sorgularım..Sorguladığım bir şey daha..."Gelişimi kendim mi seçtim, bana verildi mi?" Dünya kendi seçimimse eğer, Tanrısal olanı Sanrısallaştırma becerime şükrederim.Hayatın tekdüzeliğini kırabilirim o zaman, içimdeki aheng yetileriyle...
Sustukça içine gömülü tanrı'yı, susturamassın.Onu tanırsın da,ordan kazıyamassın...Ve bu yüzden bir şeyler hep dilsizdir,Anlatamazssın. O ötesindedir hep bir şeylerin ve herkesin ötesinde ya ona ulaşamazssın...Bir de o en güzel vergiyi DÜŞÜNÜNCE,"onun" kaçta kaçını kullandığını bir düşünsene...Bu sorularda bile insani bir özür var.Kabul edemeyeceğim...Bütün parçalansa da özden çıkmassın...

"Nymph"